8 Kasım 2016 Salı

Utanç - Düşünce Sanayisi

OLMUŞ BU!


Utanç, aslında kısa filmden ziyade kısa bir belgesel. İnsanların kamera karşısında kendi utançlarını anlatmalarını ve hatta sorgulamalarını istiyorlar. İnsan her zaman kaçmak istediği utançlarıyla yüz yüze gelmek zorunda kalırsa ne olur, utanç gizli kalmaz da açığa vurulursa ne olur gibi sorulara cevap arıyorlar. Bana sorarsanız güzel cevap veriyorlar, ben beğendim, öneririm, izleyiniz. (ya da Facebook'ta gezerken dinleyiniz, keyfiniz bilir. :) )

-Spoiler Alert-

Benim en çok hoşuma giden şey, yönetmenin kameranın başına geçip hadi konuşun dememiş olması. Yönetmen; bir oda, bahçe vs.'de kamera ve ilgili kişiyi yalnız bırakmış, böylece konuşmacıları tüm dış etkilerden izole bir şekilde düşünmeye sevk etmiş. İşte bu da konuşan arkadaşların gerçekten içlerine dönmelerine kapı aralamış. Belki de sırf bu yüzden beğenmiş bile olabilirim filmi.

Karakterlerle ilgili çok yorum yapmak istemiyorum. Çünkü filmin olayı o zaten, yukarıda dediğim gibi çok da görülecek bir şey yok. Kamera karşısında oturan ve utançları hakkında konuşan insanlar var. Tabii ki mimikler, jestler söylenenin ne derecede dürüstçe söylendiğini, hangi duyguları depreştirdiğini gösterir. Ama bu belgesel için o kadar da önemli olmadığını söyleyebilirim. Esas konuya dönecek olursak karakterleri belirterek yorum yapmaktansa genel yorumlar yapacağım. İzleyenler kimden bahsettiğimi anlayacaklar illaki.

Genel olarak konuşmacılar (en açık görünenleri bile) sonradan açılıyorlar. Biri kameradan bahsediyor, laf açılsın diye. (aslında açıyor da.) Kimi evvelden yüzleştiği utançlarından bahsediyor. Nasıl olsa gizlenecek bir şey kalmamış. Ama zamanla gerçekten onların canını acıtan şeylerden bahsediyorlar. Çok ilginçtir, hepsi de çözüldükten sonra utançlarının konuşulabilir olduğunu görüyor. Bu, kendileri için terapi yerine geçmiş bile olabilir.

İzleyici olarak baktığımda çok farklı insanların nelerden utandığı ve nelerden utanmadığı görmek, çok isabetli psikolojik tespitler yapmayı sağlayabiliyor. Kimin ne kadar açık konuştuğu ise kişilerin kendileri ile ne kadar barışık olduğunu gösteriyor. Bu belgeselde yer almak bile bir cesaret işi. Tebrikler efenim.

DipNot:
Abla, aldatmak çok kötü bir şey. :(
Abi, sen de sosyopatsın ama iyi adamsın. :)

Siyah Şemsiyeli Kadın - Fatih Yılmaz

Videoyu Gömmeyi Beceremediğim İçin Tıklayarak İzleyebilirsiniz.

OLMUŞ BU!


Öncelikle film ne ile ilgili kısaca bahsedeyim. Filmde, toplumun engelli insanlara bakış açısını ve aslında engellilerin hiç de düşündüğümüz gibi imkansızlıklar içinde olmadığını 8 buçuk dakikada çok başarılı bir şekilde anlatmışlar. Takıldığım birkaç husus olsa da kendilerini tebrik ediyorum. Keza birkaç gün önce Kısa Film Akademisi'nde de gördüm ve oradaki filmlere kıyasla ortalamanın üzerinde seyrettiğini söyleyebilirim.

-Spoiler Alert-

Filmin ilk sahnesini ciddi anlamda beğendim. Gerçek dizi senaryolarına benzer, güzel bir metinle çalışmışlar. İnsanı başta şaşırtıyor. Acaba böyle sığ bir film mi izleyeceğim diye düşünmemizi sağlıyor. (Yönetmenin tam olarak dikkatimizi çekmek istediği nokta da bu bence.) Merakla izlerken hoş, küçük bir laf esprisiyle aslında sette olduğumuzu bize hatırlatıyor. Oyunculuklar başarılı; yönetmen, asistanlar, başrol vs. hiç sırıtmıyor.

Daha sonrasında vapur sahnesindeki derinlik algısı da gayet iyiydi. Önce Haydarpaşa'ya vurgu yapıp, akabinde karaktere yoğunlaşarak güzel bir oyun yapılmış. Vapur sahnesinde ve devamında baş karakterin, kör gibi değil de kör olmaya çalışan biri gibi oynaması dikkat edilmesi gereken bir konu. Bu, aktörün yarattığı karakterde katmanlar oluşturabildiğini ve bunu seyirciye aktarabildiğini gösteriyor.

Yol boyunca karakterimize yardım eden siyah şemsiyeli kadının duyma engelli oluşunu filmin sonuna kadar saklamaları ise filmi öne çıkaran en önemli noktaydı belki de. Herhangi bir ajitasyona ihtiyaç duyulmamış, herhangi bir abartıya gidilmemiş. "Buyrun, izlediniz, o bir duyma engelliydi ve hayatına 'normal' insanlar gibi, hatta daha duyarlı bir şekilde devam ediyor. Bakış açınızı isterseniz bir daha gözden geçirin." denmiş kısaca.

Tebrik ediyor, bir iki de olumsuz yorumumu aşağıda iletiyorum.

Benim birkaç film içinden bu filmi seçmemi sağlayan şey kullandıkları müzikti. Çok tanıdık geliyor, ama hatırlayamıyorum. Amelie'nin soundtrack'inden bir parça olabilir. Müziğin bestecisi/kullanıldığı yer belirtilmeliydi.

Baş karakter şemsiyeyi sopa gibi kullanırken yere pat pat vurmaktansa, yatay çizgiler çizseydi daha isabetli olurdu. Bildiğim kadarıyla bu daha doğru bir kullanım, daha çok engel yakalama imkanı veriyor çünkü.

İçeride - Emir Ziyalar

Videoyu Gömmeyi Beceremediğim İçin Tıklayarak İzleyebilirsiniz.

İZLENİR!


Filmciysen kesin izle, değilsen iki kere düşünebilirsin.

Konusu bana göre fazlaca tüketilmiş bir konu. "Salgın var, sokağa çıkamazsın, yalnız ve hastayken n'aparsın?"
Aslında derinleştiği ölçüde ilginçleşebilecek bir konu. Artı olarak mükemmel oyunculuğa ihtiyaç var. Tek kişi olmak zor.

Filme genel yorumum, fikir çok güzel. Prodüksiyon göklerde.
Oyunculuk, yaani...

-Spoiler Alert-

Şimdi, belki ben kurulu gelmişimdir filme. Bilemiyorum, çünkü bu konuda yeni bir şeyler bekliyorum. Oyuncu arkadaşın tüm hareketleri ve hatta kendi kendine konuşmaları öğrenilmiş hareketler gibi geldi bana. Tırnak yeme, radyoyla tersleşme, bunlar hiç gerçekçi gelmedi. Konuşmasındaki duyguyu tam alamıyorum. Korkuyor mu? Tedirgin mi? Aşık mı?..

Yukarıda belirttiğim gibi hikayenin derinleştiği ve ilginçleştiği kısmı "Yemeklerini o kadar özlüyorum ki!" lafıyla başlıyor. İnsan yalnız ve hastaysa neler yapabilir? Sevgilisini bile yiyebilir. Hem de onu özlediği için... Bu yönüyle bakıldığında vahşeti kullanmaktan çekinmemişler. (ki bence şahane bir hareket) Etin pişme çekimi, efsane bir çekim. Ama oyuncu arkadaşın yemek sahnesini pek başarılı bulamadım nedense. Eti hırçın harekelerle kesiyor ama kestiği parça 2 milim. Yani o hareketin karşılığını bir türlü göremiyorum. (Vahşileşiyorsan ve yine de insan olduğunu unutmak istemiyorsan çatal-bıçakla yemek güzel bir ayrıntı. Onu olumlu buldum bu arada. Ama daha gerçekçi hareket edilebilirdi.)

Filmin sonu tahmin edilecek gibi değildi. O yüzden ayakta değil ama oturarak alkışlıyorum.

Güzel çaba, değişik bakış açısı.
Üst düzey prodüksiyon.
İzleyiniz.

Sus - Şerif Toklucu

Videoyu Gömmeyi Beceremediğim İçin Tıklayarak İzleyebilirsiniz.

OLMUŞ BU!


Taş gibi film. Hem çekimler hem hikaye çok başarılı. Hikayenin kökeni nedir tam bilemiyorum, bilenler bir bildirirse sevinirim. Ama ben bu hikayeyi çok severim.
Bu filmde de oyuncular tanıdık yüzler, başarılı aktörler... Önerilir.

-Spoiler Alert-

Karakterler çok başarılı şekilde tipleştirilmiş. Karikatürize olmaya mahal vermeden kim, neden, hangi hareketleri yapıyor hızlıca kavrayabiliyoruz. Gerçi hapishanede hangi tiplerin olacağı malum. (Aha hiç hapishane görmeden ahkam kesti.) Ağa var, onun yancıları var, okumuş adam var, sessiz adam var... (Bu arada film hapishanede geçiyor, söylemiş miydim?) Ama yine de şunu kabul etmek gerekir ki senaryo gördüğüm en iyi kısa film senaryolarından. Diyaloglar, hikayeler çok gerçekçi. Oyuncular da güzel senaryo bulunca Voltron'ı oluşturmuşlar.

Esrar sahnesi benim en sevdiğim sahne, arkadaki çaydanlık sesinin verdiği gerginlik çok hoşuma gitti. Orada anlattıkları hikayeyi paylaşma şekilleri çok güzeldi. Hüseyin Avni Danyal'ı severim zaten. Bu filmde de sevdim. Filmin ve senaryonun detaylarında hep küçük küçük dokundurmalar mevcut. Ama filmi güzelleştiren bu dokundurmalara rağmen ortada bir manifesto değil, film olmasıdır.

Şimdi filmin sağını, solunu konuştuktan sonra esas konuya geleyim. Filmin hikayesi aslında küçük bir kız çocuğunun, içinde kuşlar olan resmi hapishaneye sokamamasından doğuyor. Özgürlüğü çağrıştıran kuşlara hapishanelerimizde yer yok. Ama o kuşlar ağaçlara saklansalar, gardiyanlar göremez belki ama özgür ruhlar bir iki ötüş duyacaktır. Bugün ötüşü duyan, yarın kanat sesi de duyar elbet.

Öneririm, izleyiniz.

Ukde - Mehmet Gülkanat

İZLENİR!


Ben genel olarak kurşun gibi kısa filmler seviyorum. Hedefi belli olan ve onu on ikiden vuran, o hedefi vurunca izleyeni bir güzel sarsan filmler en sevdiklerim... Bu film onlardan biri değil, ama bu filmi de sevdim. Çünkü kurşun olmak gibi bir vaadi yoktu, olduğu gibi bizden bir öyküydü ve olduğu gibi de bitti.
Film, yaşı geçkin bir amcanın yalnızlığını ve o yalnızlığın öyküsüne kısa bir bakışı içeriyor. Oyunculuklar başarılı, zaten tanınmış kimselerle çalışmışlar.

-Spoiler Alert-

Neşet Ertaş'ın hastasıyım. Neşet Ertaş dinleyen amcaların da hastasıyım. Böyle bir giriş planlamıyordum ama yazmadan da edemezdim. Filmdeki amca derdini Neşet Ertaş'ın bağlamasına aktarıyor sürekli, ne de güzel yapıyor...

Ana karakter, hepimizin mahallesinde en az bir kere gördüğü, annelerimizin bize "zamanında yaşamış bir şeyler" diye anlattığı amcalardan. Kapalı, sorularına kendi içinde cevap arayan amcalardan. Sakin, mesafeli, artık yeni herhangi bir şeye ihtiyacı yokmuş gibi yaşıyor. Ailesini sevse de hem kendisini hem onları daha fazla üzmesin diye evinde Neşet Ertaş kasediyle hayatını geçiriyor. Tabiri caizse gün sayıyor.

Bir gün eski dostu/sevgilisi ona telefon edince işler değişiyor. Aslında içinde sönmemiş olan umut ışığı küçücük bir fitille yanmaya başlıyor. İçinde bir "Acaba?" duygusu oluşturuyor. İnsan hakikaten uğruna çaba harcayacağı birini bulunca bir farklı oluyor. İnsanı insan yapan sosyal varlığını hatırlıyor.

En nihayetinde amcamız eski dostuyla buluşacak ve hayatına öyle veya böyle devam edecek. Buraları da filme bırakıyorum, izleyiniz, görünüz.

Bu filmin mesajı kısaca:
"Hayat aynı hayat, bakış açımız onu şekillendiren. Bakış açımızı da şekillendiren içimizdeki umuttur, sevgidir. Gerisi hikaye..."

DipNot: Televizyon izleme sahnesinde CNN'de penguen belgeseli olması ayrı bir tebrik sebebi!


Ben Burada N'apıyorum?

Hakkaten n'apıyorum?

Ahkam kesiyorum. (en sevdiğim)

Türk işi kısa filmler izlemeyi çok seviyorum.

Kimi sinemadan soğutsa da kimi yeniden şevk veriyor,
kimi görsel açıdan çok iyi olsa da
kimi ucuz kamerasına ne hikayeler sığdırıyor...

Ben bunların hepsini yine keyifle izlemeye devam edeceğim
ve bu filmlerin üzerine bir de güzel ahkam keseceğim.

Siz de ahkamıma katılmak isterseniz,
yazdıklarımı okuyun isterim.

Ama baştan uyarayım,
-Spoiler İçeriyor!-